Dereli’den Akropolis’e: Bir çocuğun hayali, bir memleketin gerçeği

Yıl 1965. Dereli İlkokulu’nun dördüncü sınıfında, bir bahar günü… Rahmetli Ömer Bektaşoğlu öğretmenimiz bize derste serbest zaman vermişti. “Kitap okuyun” dedi. Ben de tarih kitabını elime aldım, sayfaları çevirmeye başladım. Bir sayfada, Atina’daki Akropolis’in, Zeus Tapınağı’nın bir fotoğrafı vardı. Sütunlarının bir kısmı yıkılmış, zamana karşı direnmeye çalışıyordu. Büyülenmiştim. Ama içimden şöyle dedim: “Buraları göremeyiz biz, Giresun’a gitmek bile hayalken Atina ne mümkün…”

Hayal kurarken sıra arkadaşım Fahri sıkıldı elini masaya koyup vur diyor, ben de güya eline ama masaya sertçe bir vurdum. Ses gürültüye dönüştü. Öğretmenimiz gazetesini bırakıp gürledi: “Kim o?”

Ayağa kalktım: “Benim öğretmenim.” O zamanlar daha dürüstmüşüm.

“Utanmıyor musun herkes kitap okurken gürültü yapmaya?” dedi.

O cümle içime işledi. O günden sonra “utanmak” benim karakterimin bir pusulası oldu. Ne yaptıysam, utanılmayacak şekilde yapmaya çalıştım.

Yıllar geçti. Dereli’den hayal bile edemediğim Atina’ya, o yıkık sütunların yanına, Akropolis’e ailecek gitmek kısmet oldu.

Yunanistan’a çıktığımız bu gezi, sadece bir seyahat değil; aynı zamanda bir karşılaştırma, bir muhasebe oldu benim için. Selanik ve Kavala’da iki gün, Atina’da dört gün kaldık. Her şeyden önce kendimizi güvende hissettik. Turizmin olmazsa olmazı bu değil mi zaten?

Atina’da altı kişi bir evi çok uygun fiyata kiraladık. Booking.com üzerinden… Bizim ülkede bu platform yasak. Çünkü yerli otel rezervasyon şirketleri zarar etmesinmiş. Oysa dünya ile rekabet edeceksek, yasaklayarak değil; hizmet kalitesini artırarak, fiyatları dengeleyerek yapmalıyız. Zihniyet değişmeden, turizm gelişmez. Restoranlarda fiyatlar Türkiye’nin yarısı müşteriye sunulan bir menü var menüde fiyatlar yazılı ve de sanki bana öyle geliyor Türk müşteriye daha fazla itibar var hükumetlerin rekabeti vatandaşlar arasında yok

Gittiğimiz her yerde Tarkan’ın şarkıları çalıyordu. İnsanlar eğleniyor, dans ediyor.

Düşündüm: Tarkan, hükümetten de Türkiye’den de daha popüler. Hem yalama değil, hem de dünyaya Türkiye’yi anlatıyor. Ama bizimkiler onunla da kavgalı.

Yunanistan’da 5G var. Bizde ihalesi bile yapılmadı. Dünya 5G’ye geçti, biz hâlâ tartışıyoruz.

Akropolis’e ilk gün bilet bulamadık. O kadar kalabalıktı ki ancak ertesi gün için yer bulduk. M.Ö. 500’lü yıllarda yapılan bu eserler hâlâ nefes kesiyor. Kültür ve estetik birleşmiş, insanı büyülüyor.

Peki biz?

Türkiye’de herkes aynı fikirde: Giresun’un kalkınmasının yolu turizmden geçiyor. Ama lafla olmuyor. Turizmi çeşitlendirmemiz gerekiyor: yayla, sağlık, inanç, tarih, arkeoloji, spor…

Tesisler temiz olmalı, yollar bakımlı, altyapı güçlü…

Havaalanımız var, yayla yollarımız iyi. Ama hâlâ bekleyen projeler var: güney çevre yolu ve demiryolu. Hızlı tren yetmez, yük taşımacılığı da olmalı. Demiryolu inşaa edilirken yük taşımacılığı da dikkate alınmalı ve siyasiler bu yatırımı takip etmeli. Çünki hızlı tren rayları yük trenini taşımıyor. Yoksa TIR’larla boğuşmaya devam ederiz.

Ve siyaset…

“Beş öğretmen atandı, 10 doktor tayin oldu, yüz işçi işe alındı” diyerek övünen bir siyaset dili artık insanlara umut vermiyor. Halk vizyon istiyor. Giresun’a tren gelsin, yaylaları dünya tanısın, gençler köyüne dönsün istiyor.

Dereli’den Atina’ya uzanan bu yolculuk bana bir kez daha şunu gösterdi:

Bir çocuk hayal ederse, bir millet de başarabilir. Yeter ki yol açık olsun, yön doğru olsun, adımlar kararlı olsun.

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel