Gel, git; gel-git: Med-Cezirin hüznü ve dansı

Ay ile Dünya arasındaki çekim kuvvetinin eseri… Med-cezir, yani gelgit. Denizlerin kabarıp yükseldiği o anlar “med”, suların çekilip yerini hüzünlü bir boşluğa bıraktığı anlar ise “cezir”. Bir yükseliş, ardından kaçınılmaz bir geri çekiliş. Tıpkı hayatta olduğu gibi…

Deniz önce kabarıyor, dalgalar coşuyor, sonra bir fossss… Sular çekiliyor, sahil yalnız kalıyor. Tıpkı bir coşkunun ardından gelen sessizlik gibi. Hava çekiliyor, atmosfer değişiyor. Ve geriye bir soru kalıyor: Hava nasıl oralarda, üşüyor musun? Şarkılarla büyüdük biz. Radyoda yankılanan melodiler, hafızamıza kazınan ezgiler… Biraz da olsa dalgaların ritmine uyum sağlayan, coşkuyla kabarıp usulca geri çekilen melodiler…

Dışarıda deli dalgalar, gelir duvarları yalar,
Seni bu gözler oyalar, aldırma gönül, aldırma…

Rahmetli Edip Akbayram’ın sesi hala kulaklarımızda. Med-cezir gibi hayat da akıp gidiyor. Gelen gidiyor, doğan büyüyor, yaşlanan giderek sessizleşiyor. Sonra bir gün, hayatın sahnesinden çekilip hatıralara karışıyorlar. Yol ver dağlar, yol ver bana…

Kim bilir, belki de yaşamın son bulduğu anlarda bile med-cezirin bir payı vardır. Dünya dönerken, Ay’ın ve Güneş’in çekimiyle okyanuslar hareketlenirken, belki de bir yerde bir dalga son kez bir kıyıya çarpıyor, sonra sessizce çekiliyor. Güneş Sistemi’nde Dünya’dan başka gezegenler de var elbette. Kimileri buz gibi donuk, kimileri lavlarla kavrulmuş… Ama hiçbiri bizim denizlerimiz gibi dalgalanmıyor, hiçbiri bizim gibi med-cezir yaşamıyor.

Dünya bir sahne, bizse bu sahnede med ve cezirin ritmine ayak uydurmaya çalışan yolcular…

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel