Yaşam, doğumla ölüm arasına sıkışmış, ince uzun bir tespih gibi… Kimimizin nasibi parlak taşlarla süslenmiş, kimimizin ki ipi kopmuş, taneleri darmadağın. Hayat dediğimiz şey bazen “şahane bir film”, bazense “Yeşilçam’da figüran bile olamayacak” kadar trajik.
Şans mı bu işin sırrı? Kader mi? Yoksa hepsi sadece bir çaba meselesi mi?
İşte tam burada bir yol ayrımındayız. Çünkü “elinden geleni yap, gerisini Allah’a bırak” diyerek büyütüldük hepimiz. Fakat günümüz dünyasında bu anlayış çoğu zaman yerini, ya akıl oyunlarına ya da diplomasi tuzaklarına bıraktı.
Dünyaya şöyle bir yukarıdan bakalım: Gelişmiş dediğimiz ülkelerin çoğu Hristiyan, Musevi veya Budist inanç sistemlerinin üzerine inşa edilmiş. Bilim, teknoloji, sanayi, eğitim… Bunları kendi dokularına ustaca işlemişler. Peki ya İslam coğrafyası? Ne yazık ki istisnalar hariç, bu ülkeler ya iç savaşın kıyısında, ya da hâlâ başkalarının çıkarları uğruna varlık mücadelesi veriyor.
Bu bir tesadüf mü, yoksa modern zamanların “sömürü düzeni”nin ince ayarlarla kurulmuş hali mi?
Hangi kıtaya baksanız, gelişmiş bir ülkenin uzaktan kumandasıyla yönlendirilen bir ülke görüyorsunuz. Sosyal medya, medya, akademi, hatta sivil toplum… Hepsi bir şekilde aynı merkeze bakıyor. Yani sadece sağa ya da sola değil, yukarıya da bakmak lazım artık. Kim yönlendiriyor bizi? Ve biz buna ne kadar direnç gösterebiliyoruz?
İşte burada “istisna” kavramı devreye giriyor. Türkiye… Belki hâlâ sorunları olan bir ülke ama artık eski Türkiye değil. Hatta daha da ileri gidelim: Eski Türkiye olmayacak. O dönem kapandı. Yeni bir dönem, yeni bir anlayış, yeni bir duruş doğuyor. “Ben de varım” diyen, yumruğunu masaya koyan, yönlendirilmekten sıkılmış bir ülke profili çizmeye çalışıyoruz.
Ancak bu sadece devletle olmaz. Devlet-millet-asayiş üçgeni, ancak ve ancak bir inanç birliğiyle, bir çaba ittifakıyla ayakta kalabilir. Yoksa tarih, nice güçlü görünen yapının halkıyla arasındaki kopukluk yüzünden yıkıldığını defalarca yazdı.
Hayatı tespih gibi görmek güzel. Ama o tespihi kimin dizdiği çok daha önemli. Başkalarının ipine dizilmiş boncuklarla kendi yolumuzu bulamayız. İnancımız, aklımız ve çalışkanlığımızla, kendi tespihimizi kendimiz yapmalıyız artık. Hem de her tanesini terimizle işleyerek…
Çünkü hayat, sadece elde sallanacak bir süs değil. Mücadeleyle, kararlılıkla, birlikte üretmeyle anlam kazanan bir yolculuk. Ve bu yolculukta artık sadece dua yetmez; dürüst bir emek, bilinçli bir duruş ve sarsılmaz bir birlik gerekir.
Yoksa… ip kopar, taneler savrulur.