Terazi eğri tutulursa adalet de eğri olur

Terazi… Adından da belli, bir ölçü, bir denge aracıdır. Ama asıl mesele, bu terazinin kimin elinde olduğu ve neyi tarttığıdır. Adil midir, değil midir, orası muamma. Çünkü biz insanlar teraziyi çoğu zaman işimize geldiği gibi kullanırız. Birine ağır basar, ötekine hafif gelir. Sonra da dönüp deriz ki: “Anla artık beni!” Oysa anlamak değil, adil olmak marifettir.

Gerçek adalet, tarafsız kalabilme erdeminde gizlidir. Çünkü tarafsızlık, adaletin en saf halidir. Benim aklıma adalet denince ilk gelen şey, mahkemeler olur. O yüksek duvarlı, cüppeli mekânlar… Ama adaletin orada mı, yoksa vicdanlarda mı yaşadığı hâlâ tartışılır. Zira bir insan, adaletsizliği kendi canında hissetmedikçe o acının derinliğini tam olarak bilemez.

Adaletsizliğe maruz kalmak, insana dünyanın ne kadar dar olabileceğini öğretir. Çünkü o zaman anlarız ki, hak her zaman doğru olanın yanında olmalı. Ne var ki, doğruya ulaşmak çoğu zaman dikenli bir yoldur. Zorlukla, sabırla, çoğu zaman da çaresizlikle yoğrulur. Yine de sonunda adalet yerini bulduğunda, bir huzur gelir insanın yüreğine. Çünkü adaletin olduğu yerde sükûnet, güven ve dirlik vardır.

Ama terazinin ayarı bozuldu mu, her şey birbirine karışır. Düzen kalmaz, huzur kaçar, hakkın sesi kısılır. İşte o zaman “ayıklamak” gerekir, pirincin taşını tek tek. Adaletin sekteye uğradığı her yer, toplumu çürütür. Çünkü adalet gecikirse, kötülük cesaret bulur.

Atalarımız boşuna dememiş: “Yılan eğilir bükülür ama deliğin ağzına gelince doğrulur.” Demek ki, ne kadar eğrilirsek eğrilelim, sonunda doğrulmak zorundayız.
O yüzden; adalet, sen çok yaşa.

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel