Yeni Türkiye’de gazetecilik ve dezenformasyon yasası

Bir gazetecinin daha gözaltına alındığını duyduk geçtiğimiz gün. Bu kez haber Giresun’dan geldi. Gazeteci Ercan Tarı, sosyal medyada yaptığı kısa bir paylaşım nedeniyle gözaltına alındı. İddiaya göre Giresun Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bir kareyi haberleştirmişti. Hepsi bu.

Ama bu küçük haber, yeni Türkiye’nin geldiği büyük bir eşiği işaret ediyor: Artık haber yapmanın da bir bedeli var. Üstelik bu bedel, giderek ağırlaşıyor.

18 Ekim 2022’de yürürlüğe giren ve kamuoyunda “dezenformasyon yasası” olarak bilinen 7418 sayılı yasa, gazeteciler için adeta Demokles’in kılıcı gibi tepede sallanıyor. Basın Kanunu, TCK ve 5651 sayılı İnternet Kanunu gibi birçok yasada değişikliğe giden bu düzenleme, görünürde “yanıltıcı bilginin önüne geçmeyi” amaçlıyor.

Kulağa masum geliyor, değil mi?

Ama en çok eleştirilen 29. madde – yani TCK 217/A – tam da burada devreye giriyor. Bu maddeye göre halkı yanıltıcı bilgi yaymak, 1 ila 3 yıl hapisle cezalandırılabiliyor. Haber anonim bir hesaptan paylaşılmışsa, ceza daha da artıyor.

Peki ya bu “yanıltıcı bilgi” nedir? Nerede başlar, nerede biter? Belirsiz.

Ve işte tam da bu belirsizlik, yasayı bir ifade özgürlüğü tehdidine dönüştürüyor.

“Dezenformasyon”, “kamu düzeni”, “yanıltıcı bilgi”… Bu kavramlar, mahkeme salonlarında nasıl yorumlanırsa öyle anlam kazanıyor artık. Bir eleştirinin “yanıltıcı bilgi” sayılıp sayılmayacağı, hakikatin değil, yorumun konusu olmuş durumda.

Bu tablo, eleştirel medya organları ve bağımsız gazeteciler üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana birçok gazeteci, sosyal medya paylaşımı ya da köşe yazısı nedeniyle gözaltına alındı, hakkında dava açıldı.

Örneğin Ercan Tarı… Haberi abartılı olabilir. Ancak unutmayalım ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, gazetecilere haberlerinde belli ölçüde abartı ve provokatif dil hakkı tanıyor. Bu, ifade özgürlüğünün bir parçası. Gerçekten bir suç varsa, bunun ölçüsü ifade biçimi değil; niyet ve sonuç olmalı.

Türkiye’de mukim olanlar gibi Uluslararası insan hakları örgütleri – Human Rights Watch, ARTICLE 19, Amnesty International – söz konusu yasayı açıkça “sansür yasası” olarak tanımlıyor. Hepsi, aynı noktada birleşiyor: Bu düzenleme, tanım belirsizlikleri ve keyfi uygulamalara açık yapısıyla ifade özgürlüğüne ağır bir darbe indiriyor.

Türkiye’de gazetecilik artık yalnızca haber yapmak değil, aynı zamanda hayatta kalma mücadelesi vermek demek. Her satır, her başlık, her paylaşım… Bıçak sırtında yürüyen bir meslek.

Gerçek şu ki; eleştiriden korkan bir iktidar, gazeteciden korkan bir devlet, sadece basını susturmaz. Aynı zamanda halkın vicdanını da karartır. Oysa gazetecilik; halk adına konuşmak, yanlışları dile getirmek ve iktidarı denetlemektir. Sustuğumuzda yalnızca gazeteciler değil, hepimiz kaybederiz.

Unutmayalım: Sansür, demokrasinin değil; korkunun dilidir. Ve bugün korkuyla bastırılan her ses, yarın çok daha büyük bir çığlık olarak geri döner.

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.