Başkalarını bilmem ama ben EOKA’nın kuruluş günü olan 1 Nisan’ı, EOKA’yı, AKEL’i, Nikos Sampson’u, Grivas’ı, Makarios’u, Markos Drakos’u, Digenis’i ve diğerlerini çok severim!
Çünkü onlar olmasaydı…
20 Temmuz 1974 olmayacaktı…
…
Peki oldu da ne oldu?
49, hadi 50 deyin, yani yarım asır geçmiş o günlerin üzerinden.
1975’de “BEY Faşizmine son” ile başlamışlar, “Askerini, memurunu, Ayşe’ni al da git” ile devam etmişler.
Elektrik yok Kıbrıs’ta, internet yok. Mum ışığında “romantik” yemek yiyorlar.
Hasta var, yaşlı var, çocuk var… Elektrik yok ama…
Hastahanelerde grev var.
Meclis çalışanları grev yaptığı için Meclis toplanamıyor.
Göstericiler polis aşıp Meclisin kapısını tekmeliyorlar.
Caddeler, yollar karanlık.
Her yer karanlık.
Kaldırımda yürürken karşıdan gelen 10 kişiden 8’i karanlık. Kayıtları yok, ne zaman ve niçin geldikleri bilinmiyor.
Maaşlar, Türkiye’den gelen parayla ödeniyor.
Ama Türkiye’den su gelmesin. “Adanın ekolojik dengesini bozar”.
Elektrik de gelmesin.
Türkiye’den üst düzey yetkili geliyor ve “KKTC-TC 2023 Yılı Mali ve İktisadi İş Birliği Protokolü” imzalanıyor.
Vay Magosa’ya “İlahiyat Koleji mi açılırmış”…
Sabahattin İsmail yazıyor;
“İmzalanan protokolda belirtilen aşağıdaki hangi projeye ihtiyacımız olmadığını sormak istiyorum:
– KKTC tarım üretimini patlatacak olan Mesarya Ovası sulama projesine mi ihtiyacımız yok?
– Lefkoşa trafiğini rahatlatacak olan Lefkoşa Çevre Yolu Projesine mi?
– Trafik sıkışıklığını rahatlatacak “akıllı kavşak”lara mı?
– Yapılan 14 km köy yoluna ilaveten yeni köy yolları yapılmasına mı?
– Gazimağusa Maraş’ta gençler için yapılacak olan 1192 sosyal konuta mı?
– Güvercinlik’te yapılacak organize sanayi bölgesine mi?
– Alayköy Organize Sanayi Bölgesinin atık su problemi ile diğer sanayi bölgelerinin alt yapı sorunlarının çözülmesine mi?
– 207 km’lik depo bağlantılı yeni su hattı inşa edilerek susuz bölgelere su götürülmesine mi?
– Lefkoşa’da yapılacak 500 yataklı yeni devlet hastanesine mi?
– Askeri hastahaneye mi?
– Girne Hastahanesine mi?
– Güzelyurt hastahanesine mi?
– Pamuklu köyüne yapılacak yeni sağlık merkezine mi?
– Tamamlanacak olan Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Meclisi binaları ile Lefkoşa Millet Bahçesi’ne mi?
– Yapılacak olan 26 yeni okula ve mevcut okulların onarımına mı?
– Kablo ile elektrik getirilmesine mi?
– Sivil Savunma ve İtfaiyenin eksik araç-gerecinin alınmasına mı?
– Afet ve deprem merkezi kurulmasına mı?
– Kentlerin depreme dayanıklı hale getirilmesine mi?”
Ana muhalefet partisi CTP diyor ki, “BU ANLAŞMALAR KIBRISLI TÜRKLERİN İHTİYAÇLARI GÖZETİLEREK HAZIRLANMAMAKTADIR…”
Olur…
Peki Katanga için mi yapılmış bu çalışma?
…
Şimdi 50 yıllık KKTC’de bir de “Kuzey Kuzey Kıbrıs Derebeyliği” mevcuttur.
Girne’nin hafif doğusunda kalır.
Bakın 10 sene önce ne yazmışız;
“Lâpta’da balkona oturulur. Lâpta’da evin ikinci katındaki balkon, bir ömür demektir. Baharda hemen iki yandaki incirlerin bir günde yahut belki de birkaç saatte, yapraklandığını; etraftaki, en çok da Dr. Hasan Bey’in bahçesindeki altıntopların bir gecede sapsarı açtığını fark eder, şaşırırsınız.
Bu sene, önce Çamlıbel’den Geçitköy’e inerken yolun iki tarafındaki tepelerde gördük o sarı, top top diken, çalı çiçeklerini. Hemen ardından, köyde – kentte yolların iki yanında ebegümeçlerinin fışkırdığını fark ettik, bir Pazar sabahı da balkonda mahmurluğumuzu, Akdeniz’i içimize çekerek gidermeye çalışırken baktık ki penceremizin önüne kadar uzanan incir dalı yaprağa duruvermiş…
Geçen sene baharı, şubat sonu Girne limanına lokantaların iskemle ve masalarını çıkarmaları ile fark etmiştik. Hiç yağışsız bir koca kıştan sonra yine şubat sonuna doğru, ebegümeçleri, her hafta sonu dağ-taş ağaçların altından yükselen mangal dumanları ve küçücük incir yaprakları ile geldi Kıbrıs’a bu sene bahar.
Bahar dediysem şubat, hadi hadi mart sonu çıkılır balkonda yer, misafirlerinizi balkonda kabul edersiniz”.
Ya şimdi?
Teknecik diye bir yer var. Derebeylik.
Hemen yanında KTBK, biraz ötesinde KTGK leri var ama tankla, topla giremezsiniz.
Hele üç askerle, beş polisle mümkünü yok.
El-Sen, yâni sendika Kıb-Tek üzerine çökmüş durumdadır. (Kıbrıs’ta her üç kişi bir sendika, her dört kişi bir dernek kurar)
Bu Elsen’ciler Elektrik parası vermezler, maaşlarını kendileri ayarlarlar.
Yakıtı kimden kaça aldıklarını kimse bilmez. İstedikleri zaman, istedikleri yerden, istedikleri fiyata.
KIB-TEK diyor ki; “9 trafo, 2 ünite devre dışı bırakıldı. Kesinti değil sabotaj. Çözmeye çalışıyoruz.”.
EL-SEN cevap veriyor, “Arızaları gidermek için canla başla çalışıyoruz. Onarmaya gittiğimizde polis şikâyetler için çağırıyor, işimiz yarım kalıyor.”
Bir haftadır manşetler şöyle;
“ELSEN Teknecik’te üretimi düşürdü”.
“Kıb-Tek Müdürlüğü yaptığı yazılı açıklamada, Kıbrıs Türk elektrik Kurumu Çalışanları Sendikası’nın (El-Sen) iş yapmama kararı nedeniyle ‘Çağrı Merkezi’nin devre dışı kaldığını belirterek, vatandaşların herhangi bir mağduriyet yaşamaması adına acil durumlara cevap verilebilmesi amacıyla 0548 829 62 30 numaralı ihbar hattının devreye alındığını kaydetti”.
“Tekencik’te bulunan 8 adet dizel jeneratörün şu anda 5 tanesi arızalı ve buhar tribünleri çalışmıyor ki esas yükü de çeken onlar”.
“KIBTEK çürüdü”. (Sabahattin İsmail)
Türkiye’den kablo ile elektrik gelmesin çığlığı atarlar her gün..
Aksa da sakın gelmesin.
Ve kimse duruma müdahale edemiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, kimse!
Orası tankla, topla girilemeyen bir derebeylik. Muhtar bir eyalet.
…
Yazının başına dönelim;
“Elektrik yok Kıbrıs’ta, internet yok. Mum ışığında “romantik” yemek yiyorlar.
Hasta var, yaşlı var, çocuk var… Elektrik yok ama…
Hastahanelerde grev var.
Meclis çalışanları grev yaptığı için Meclis toplanamıyor.
Göstericiler polis aşıp Meclisin kapısını tekmeliyorlar.
Caddeler, yollar karanlık”.
Peki ne yapalım?
63-74 arasını yaşamış olan nesil şimdi 60’lı yaşlardadır.
Terör, tedhiş, saldırı, savaş ve iaşe…
Evet “iaşe” günlerini iyi bilirler.
Çoluk çocuk-torun torba sahibidirler. Zamanın canlı tanığıdırlar.
Yapacakları iş çocuklarına ve torunlarına bıkıp usanmadan o günleri anlatmaktır.
Anlatmalıdırlar. Çare budur.
…
(Yazıyı bitirirken Kıbrıs’tan bir dostum aradı, sohbet sırasında laf nasıl geldiyse; adaya gelen göçmenler arasında en çok Çaykara’lıların uyum sağladığını ve çalışkan olduklarını söyledi!
Not düşelim dedik.)