Yılın henüz yarısını bile görmeden Türkiye ekonomisinde hava daha da ağırlaştı. Küresel ticaret savaşları, dövizdeki oynaklık, üstüne bir de siyasi beceriksizlik eklenince tablo malum: konkordato ve iflas sayılarında patlama yaşanıyor. 2025’in ilk 5 ayında konkordato başvuruları yüzde 97, iflaslar ise yüzde 75 arttı. Bu rakamlar değil ekonomi sayfasına, adliye bültenine yazılmalı.
Vatandaş da nefes alamıyor. Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre halkın bankalara olan borcu %37,7 artarak 15,6 trilyon liraya ulaştı. Borç katlandıkça umut küçülüyor. Tarım sektörü bile 835 milyar lirayla kredi lideri olmuş ama toprağın bereketi değil, borcun kuraklığı büyüyor.
Cari açık desen, tam bir açık yara. Nisan ayında 15,8 milyar dolar yıllık cari açık oluştu, dış ticaret dengesi ise 60,4 milyar dolar açık verdi. Hizmetler sektöründeki 62 milyar dolarlık fazla bir nebze moral verse de, o da turizmden gelen üç kuruş para. Taşımacılık ve seyahatten gelen gelirler 4,6 milyar dolar civarında. Bu tabloyla döviz kasası mı dolar? Yoksa milletin sinirleri mi boşalır?
Asgari ücret açlık sınırının altında kalmış durumda. Açlık sınırı 27.270 TL, asgari ücret bunun altında. Bu tablo karşısında hâlâ “sabredin” deniliyor. Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın dediği gibi: “Ne zam, ne para, ne pul kaldı.” Sabır taşı olsa çatlamıştı. Giresun’da her sokakta boşalan dükkânlar, kepenk indiren esnaf, dolanıp duran emekli… İflaslar sadece kâğıt üzerinde değil, gözümüzün önünde yaşanıyor. Seneye daha da fazlası olacak, çünkü bu sistem artık çöküyor.
Öte yanda Saray’ın tek günde 39 milyon TL harcaması var. Bu, tam 2 bin 746 emekli maaşına denk geliyor. Sadece 5 ayda temsil gideri 583 milyon TL, kiraya 9,1 milyar TL, örtülü ödeneğe 5,5 milyar TL gitmiş. “Yoksulluk kaderdir” diyenlere duyurulur: Kaderiniz Saray’daki çatal bıçak takımı kadar bile değer görmüyor.
Bir milletvekili çıkıp sabır istiyor. Kusura bakmasın ama milletin sabredecek hâli kalmadı. Görevin sabır istemek değil, çözüm üretmektir. Belediye yurt açamazken, cemaatlerin yurt açma hakkı var. Peki bu kararın hem sosyal hem ekonomik maliyetini hesaplayan var mı?
Prof. Dr. Dilek Dai Özcengiz’in şu cümlesi ise yaşadığımız sefaletin tıbbi raporudur: “Yoğun bakıma aldığım hastaların çoğu protein yetersizliğiyle geliyor.” Et artık lüks, ilaç ise erişilemez. Emekli sadece yoksul değil, aynı zamanda hastadır ve çaresizdir.
Artık mesele ekonomik değil, siyasi. Güven vermeyen, halktan kopmuş bir yönetimle hiçbir ekonomik tedbir sonuç vermez. Çözüm siyasi bir değişimdir. Ve bu, erken seçimle mümkün olur.
Fındık üreticisine de yeni bir darbe geliyor. TMO, 2022 ürünü fındığı 150 TL’den satışa çıkardı. Fiskobirlik de bu adımı referans alarak fiyatlarını aşağı çekti. Bu, hem 2026 sezonunun fiyatlarını baltalar hem de üreticiyi iflasa sürükler. Bu satış derhal iptal edilmelidir.
Giresun’a dair konuşan siyasilerin dilinde hep ödenek var, icraat yok. Ordu-Giresun Havaalanı hâlâ ILS CAT II cihazına sahip değil. Bahar aylarında sefer iptalleri, uçağın Samsun’a yönlendirilmesi normalleşti. Ama Trabzon’a ikinci havaalanı yapılmakta. Bu mudur adalet?
Dalcık projesi mi? Giresun’un kangrenine dönüştü. Liman sahasından 2 metre alın, dışa bir şerit ilave edin, mesele çözülür. Ama tabii mesele çözmek değil, çözüyormuş gibi yapmak.
Yani sevgili dostlar, milletin sırtına yük binen kadar, yukarıdan inen nutuklar da ağır geliyor artık. Bu yük ne ekonomiyle taşınır, ne sabırla. Bu yükü azaltacak olan şey, halktan yana, şeffaf ve adil bir siyaset anlayışıdır.