giresun sondakika giresungazete giresunhaberleri giresunhaber giresunsondakikakazaolay giresun_sondakika 28sondakika giresunsondakika giresunbilgi giresungazetenet tvgiresun giresuntv

İmamoğlu Hasan Ali Yücel’den Ekrem İmamoğlu’na…

A+
A-

İBB Başkanı seçildiğinden beri Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenler pişmiş tavuğun

başına gelmemiştir, her halde.

Önce “Topal ördek” muamelesine tabi tuttular.

Sonra müfettişleriyle, trolleriyle, medyalarıyla dört bir koldan üzerine yürüdüler.

Yetmedi…

“Turpun büyüğü” yapıp heybeye attılar.

Sonucunu hepiniz biliyorsunuz.

Bundan sonrası mı?

Düşmez kalkmaz bir Allah!

“Mazlumun ahı, indirir şahı”

Gelelim şimdi yazımızın başlığına.

Diyeceksiniz ki, Hasan Ali Yücel’le, Ekrem İmamoğlu ne alaka?

Var, var hem de o kadar çok ki!

Bugün Ekrem İmamoğlu’na yapılan muamelenin benzeri, 80 yıl önce dedesi tarafından amcazadesi Göreleli hemşehrimiz Hasan Ali Yücel’e de yapılmıştı.

Adamın ne soysuzluğunu, ne dinsizliğini, ne de komünistliğini bırakmışlardı.

Saldırdıkça saldırmışlardı, Türk aydınlanmasının sembol ismi efsane Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel’e.

O kadar bunalmıştı ki…

Sonunda sadık dostu kalemine sarılarak derdini “Öğrensinler Aslım Ne” başlığını verdiği 92 beyit, 184 dizeden oluşan oldukça uzun manzumesiyle anlatmaya çalışmıştı.

Bu kadar uzun bir manzumenin sizleri sıkacağı düşüncesiyle, oldukça kısaltarak veriyorum.

Buyurun:

 

“Etmesin hiç kimseyi Tanrı ahlak yoksulu,

Altüst eder alemi bir avuç kötü huylu,

 

Huysuzun en kötüsü şerefle oynayandır,

Yalanları uzatıp soya sopa yayandır.

 

Bunun da en fenası millet içindekidir;

Ayrılık afetini iliklerine işletir.

 

“Türküm!” diyen bir Türk’e “Türk değilsin!” diyenler

Memlekete bilerek nifak tohumu eker.

 

Boşuna demiyorum, işte size bir misal;

Öyle uydurma ki, dar gelir buna hayal.

 

Babam Boşnak mış benim, bahçıvanlık edermiş;

Bahçıvanlıktan önce dağda davar güdermiş!.

.

Boşnak olsa ne çıkar, o da Allah’ın kulu;

Fakat ecdadım belli, dedemgil Trabzonlu.

 

Bizler Görele’deniz, hem de Daylı köyünden,

Bu yemyeşil cenneti över her giden gören.

 

Atalarımın mezarı ordadır, herkes tanır;

“İmamoğlu” soyumuz, sevilerek anılır.

 

Hala durur “Daylı” da çok eski bir medrese,

Dedelerim çıkarmış orda her sabah derse.

 

Sivas’tan gelmişlermiş, böyle diyor gelenek;

Rivayetler şöyle ki, bu gelenler Peçenek.

 

Dedelerim böylece birkaç asır önceden,

Adlarıyla bellidir; öğrenir  merak eden.

 

Hasan Ali Efendi, babamın babasıdır;

Benim çocuklarımın özbeöz atasıdır.

 

Pek çok hizmetler etmiş bu yetmişli ihtiyar;

Telgraf Nazırıymış, bu meslekte ünü var.

 

Öldüğü zaman çıkmış üç beş pul çantasından,

Fakirleri ağlamış tabutu arkasından.

 

İsmim ondandır, o da almış Ali Paşa’dan;

Maiyetinde çalışan biriymiş hulefadan.

 

Bu genç mollayı sevmiş, vermiş yüce adını;

Böyle tattırmış ona yükselmenin tadını.

 

Padişah vezir etmiş, istememiş paşalık;

Efendilikte kalmış, yapmamış hiç ağalık.

 

Bunları bilmez gibi soyadı Yücel aldım;

Bu yolda da yanılıp dedemden geri kaldım

 

Yücelme, ne rütbeyle, ne mevkiyle değilmiş;

Atam bu torundan daha da iyi bilmiş.”

 

Dedikten sonra;

 

“Geleyim anamgile, o taraf Tekirdağlı;

Köyleri “Derecik”tir, hepsi toprağa bağlı.” Dizeleriyle anne tarafı soyunu

anlatmaya başlıyor.

Burası da hayi uzun olduğu için birkaç cümleyle özetleyelim.

Anne tarafından büyük babası Ali Bey, bahriye subayı olup, 1890 yılında  Ertuğrul firkateyniyle Japonya’ya gönderilenler arasındaymış. Japonya dönüşünde 700 silah arkadaşıyla birlikte sulara gömülerek 18 Eylül 1890 tarihinde şehadet şerbetini içmiş. Kısacası anne tarafından da şehit torunu.

Anne tarafına ara verdikten sonra;

“Babamı bıraktım ki en sona anlayasın,

Hangi kökten gelmişim, bunu içten duyasın.” beytiyle yeniden baba soyuna dönüş

yaparak şöyle devam ediyor Yücel:

 

“Adı Ali Rıza’dır; o sağlam bir Müslüman;

Bütün derdi, kaygusu Hakka bütün  bir iman.

 

Hasan Ali Efendi on bir çocuk içinde

Onu bellermiş derler en çok yakın kendisine,

 

Uzun boylu, sarışın, güzel bir insandı o;

İçi de dışı gibi tertemiz bir candı o;

 

Sertti, çetindi, fakat eğrilmedi bu adam;

Çok kırıldı ömrünce bu yüzden bedbaht babam.

 

Bedbaht mı dedim ona, ben ne günah işledim?

Affetsin ruhu beni, bunu yersiz söyledim.

 

O nasıl bedbaht olur bu sarsılmaz imanla?

Tanrı’ya sefer etti göğsündeki Kur’an’la.

 

Dervişti, Mevleviydi, geçmişti her şeyinden;

Mevlana seslenirdi üflediği neyinden.

 

Dosttan vefa görmedi, düşmanına dost oldu.

Dünya denen teknede çilesi böyle doldu.

 

Bana vasiyet etti: “Taş dikme mezarıma,

Her şeyimden sıyrılıp gitmeliyim yarıma!”

 

“Varlığın denizine yok olup da dalayım!”

“Yokluğun neşvesine burada olsun varayım!”

 

O mezarsız babanın sulbünden gelmişim ben;

Yaşına geldi yaşım o rütbeye ermeden.

 

Ona layık olmadım, eksiğim çok, cürmüm çok;

Günahkar kul olsam da Tanrı’ya isyanım yok.

 

Hak bütün ölmüşlere rahmetlere rahmetini bol etsin

Geride kalanları günahlardan gözetsin

İşte soyum sopum bu; diyen çıkıyor hala

Bozukmuş benim aslım, Türk değilmişim güya!..

 

Neymişim öyleyse ben, söyleseler ya bunu;

Söyleyemezler; çünkü bu, bir şeytanın oyunu!..

 

Açmayayım ağzımı bu ağzı karalara,

Asıl o zaman olur her biri bir maskara.

 

Yapmam fakat ben bunu, milliyetle oynamam;

Elim varmaz, kimseyi katranlara boyamam.

 

Bunları açıklamam, ancak sen bil diyedir;

Şehirli bunu bilir, anlatışım köyedir.

 

Köylü kardeş bilmeli adamını doğruca,

Yanlış hüküm götürür onu kötü sonuca.

 

Türk değilsin demektir Türk’e büyük hakaret;

Bu olur millet için en korkunç bir felaket.

 

Artık öğrendin beni, denir mi bana yaban?

Babam baban gibidir, babam gibidir baban!..”

***

 

Ruhu şad, mekanı cennet olsun!

 

Kaynaklar:

  1. “Dinle Benden” (Şiirler), H.Ali Yücel, 1960.

 

  1. “Görele’den Portreler”, Seyfullah Çiçek, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul, 2014.

 

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.