Türkiye’de Derinleşen Ekonomik Kriz

Gıda Enflasyonu, Gelir Erozyonu ve Yoksulluğun Yeni Yüzü

Türkiye ekonomisi son yıllarda derin bir yapısal krizle karşı karşıya. Gıda fiyatlarındaki durmak bilmeyen artış, gelir dağılımındaki bozulma ve halkın alım gücündeki dramatik düşüş, toplumun geniş kesimlerini yaşam mücadelesine sürüklüyor. Resmî verilere göre gıda fiyatları tam 65 aydır kesintisiz biçimde artıyor. Eylül 2001’den bugüne kadar gıda fiyatlarındaki toplam artış oranı %1500’ü buldu. Buna karşın aynı dönemde kamu çalışanlarının gelirlerindeki artış %1000 civarında kaldı. Emekliler ise bu artışın çok gerisinde kalarak gıda karşısında ciddi bir alım gücü kaybı yaşadı.

Kamu çalışanlarının gelirinin gıda fiyatlarına göre %33 oranında erimesi, reel ücretlerin hızla gerilediğini gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), gıda harcamalarının hanehalkı bütçesinin ortalama %25’ini oluşturduğunu öne sürse de bu oran düşük gelirli kesimler için gerçeği yansıtmıyor. Çünkü en yoksul kesimler, neredeyse tüm gelirlerini gıdayaayırmak zorunda kalıyor. Artık et, süt ve yumurta gibi temel protein kaynaklarına ulaşmak bile birçok aile için imkânsız hâle geldi. En yoksul haneler gelirlerinin %72’sini yalnızca konut ve gıda harcamalarına ayırıyor; yani hayatın geri kalanına harcayacak neredeyse hiçbir kaynak kalmıyor.

 

Kira Krizi ve Yaşam Maliyeti Çıkmazı

Son dönemde kira fiyatlarındaki artış da yaşam maliyetlerini katlanılamaz boyutlara taşımış durumda. Eylül ayında yıllık kira enflasyonu %70, gıda enflasyonu ise %36 olarak gerçekleşti. Ancak bu oranlar bile halkın hissettiği gerçek enflasyonu yansıtmıyor. Ekmek gibi en temel gıda maddelerinde bile fiyat artışı %42’ye ulaşmış durumda.

Halk artık kirayı ödeyebilmek için gıda harcamalarından kısmak zorunda kalıyor. “Boğazdan kesilerek kira ödeniyor” ifadesi, günümüz Türkiye’sinin ekonomik gerçekliğini en sade biçimde özetliyor. Bu tablo, düşük ve sabit gelirli vatandaşları bir yaşam maliyeti sarmalı içine sokmuş durumda.

 

Açlık ve Yoksulluk Sınırları Gerçeği

Son veriler, yaşam koşullarının geldiği vahim noktayı açıkça gösteriyor. Türk-İş’in hesaplamalarına göre açlık sınırı 27.970 TLyoksulluk sınırı ise 91.109 TL seviyesine ulaştı. Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti 36.305 TL olarak hesaplanıyor. Buna karşın, en yüksek memur emeklisi maaşı dahi yoksulluk sınırının çok altında kalırken, memur ve işçi emeklilerinin büyük çoğunluğu açlık sınırının altında gelirle yaşam mücadelesi veriyor. Bu durum, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir kriz niteliği taşıyor.

Üstelik iktidarın son yıllarda uyguladığı politikalar, çalışanlar arasında da yeni ayrımlar yaratıyor. Eskiden aynı yasaya tabi olan memur ve memur emeklisi arasında maaş farkı bulunmazken, bugün aradaki uçurum giderek büyüyor. Bu uygulama, kamu personeli arasında adalet duygusunu zedeleyen yeni bir eşitsizlik yaratmış durumda.

 

Borç Sarmalı ve Halkın Geçim Krizi

Artan fiyatlar karşısında gelirleri eriyen vatandaşlar, ay sonunu getirebilmek için borçlanmaya mecbur kalıyor. Halkın %40’ı kredi kartı borcunun sadece asgarisini ödeyebiliyor; her 100 kişiden 11’i ise hiçbir ödeme yapamıyor. Bu durum, hanehalkı borçluluğunun sürdürülemez bir seviyeye geldiğini gösteriyor.

2023 yılından bu yana uygulanan ekonomik program, enflasyonu düşürme hedefine ulaşamadığı gibi, gelir adaletsizliğini derinleştirerek halkı daha da yoksullaştırdı. Asal Araştırma’nın sonuçları, toplumun ruh halini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor:

  • Halkın %82’si artık geçimini sağlayamaz hâle geldi.
  • Her üç kişiden biri, borç para almadan ay sonunu getiremiyor.
  • Ekonomik sıkıntı yaşamayanların oranı sadece %14.

Bu tablo, toplumun çok büyük bir kesiminin ekonomik olarak nefes alamadığını, orta sınıfın ise hızla eridiğini gösteriyor.

 

Ekonomik Kriz, Adalet ve Özgürlük İlişkisi

Ekonomik krizin yalnızca rakamlardan ibaret olmadığı, toplumsal yapıyı derinden sarstığı artık inkâr edilemez. Gelir dağılımındaki bozulma, adaletsizlik duygusunu büyütüyor; umut ve güven duygusunu ise yok ediyor. Ekonomi yalnızca para politikalarıyla değil, aynı zamanda adalet, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi temel demokratik değerlerle de doğrudan ilişkilidir.

Adaletin ve özgürlüğün olmadığı yerde ekonomik iyileşme kalıcı olamaz. Halkın refahını öncelemeyen, yalnızca istatistikleri iyileştirmeye odaklanan bir ekonomi politikası, sürdürülebilir bir kalkınma yaratamaz. Türkiye’nin çıkış yolu; sosyal adaleti, gelir eşitliğini, üretimi ve emeği merkeze alan yeni bir ekonomik vizyondan geçiyor.

Tekil Yazı Reklamı - Alt – Masaüstü 336x280 piksel
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.