Günümüz toplumunda, kalabalıklar içinde yaşayan bireyler arasında giderek artan bir mesafe olduğu gözlemleniyor. Bunun nedenleri arasında hayat şartları, modern yaşamın getirdiği zorluklar ve bireysel doyumsuzluk gibi unsurlar yer alabilir. Ancak, bu durumun temelinde yatan en önemli etkenlerden biri, şükür eksikliğidir.
Doyumsuzluk, insanın sahip olduklarıyla yetinmeyip sürekli daha fazlasını istemesi anlamına gelir. Bu kavram, aslında insanın iç huzurunu kaybetmesinin ve mutluluğu dış etkenlerde aramasının bir sonucudur. Ne kadar mala, mülke ya da başarıya sahip olursak olalım, eğer şükretmeyi unuttuysak, iç huzurumuzu bulmamız mümkün değildir.
Bu durum, aslında insanın bakış açısındaki bir yanılgıya işaret eder: Sahip olduklarımızın eksik ya da yetersiz olduğuna odaklanmak. Oysa ki, sahip olduklarımızın değerini bilmek ve şükretmek, hem bireysel hem de toplumsal huzurun anahtarıdır.
Dinimizde şükretmenin önemi sıkça vurgulanır. Örneğin, Şükür Namazı, insanın Allah’a olan minnettarlığını ifade etmesinin bir yoludur. Bu tür ibadetler, insanın manevi dünyasını güçlendiren, huzur ve mutluluk veren uygulamalardır. Ancak, modern yaşamın getirdiği hızlı tempo ve bireyselleşme eğilimleri, bu tür manevi pratiklerin ihmal edilmesine yol açabiliyor.
Buna rağmen, umut vardır. Toplumun değerlerine ve manevi köklerine yeniden dönmesi, bireylerin şükür bilincini kazanmasıyla mümkün olacaktır. Şükretmek, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda insanın iç huzurunu ve toplumsal barışı sağlayan güçlü bir araçtır.
Unutmayalım ki, şükretmek bir başlangıçtır. Sahip olduklarımızı görmek, değerini bilmek ve paylaşmak, daha mutlu ve huzurlu bir toplumun inşasında önemli bir adımdır.