Günümüzde aile, geçmişin toplumsal yapı taşı olarak tanımlanıyor ve farklı kültürlerde önemli bir sosyal role sahip olmaya devam ediyor. Ancak yazının ele aldığı şekilde, modernleşmenin aile ilişkilerini nasıl etkilediğini daha derinlemesine anlamak, bu dönüşümün yalnızca Batı etkisine indirgenerek yorumlanmasından daha kapsamlı bir perspektif gerektiriyor. Batı medeniyetinin, geleneksel aile yapısını bilinçli olarak yıpratma niyeti taşıdığına dair iddia, eleştirel bir gözle incelendiğinde oldukça indirgemeci ve sınırlı bir bakış açısını yansıtıyor.
Misafirliğin azalması ve aile içi bağların zayıflaması gibi toplumsal değişimler, modernleşmenin olumsuz bir yan etkisi olarak ele alınabilir. Ancak bu dönüşümü yalnızca Batı kültürünün getirdiği bir fenomen olarak yorumlamak, globalleşen dünya düzeninin, teknolojik ilerlemelerin ve bireysel yaşam biçimlerinin gelişiminin etkisini göz ardı etmek olur. 15-20 yıl önceki sosyal ilişkilerin yerini başka iletişim biçimleri almış olabilir; fakat bu, Batı’nın bir stratejisi değil, sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimlerin doğal bir sonucudur.
Yazıda öne sürülen “içimizden para ile satın alınan bireyler” gibi genellemeler, toplumun iç dinamiklerini daha iyi anlamaktan uzak bir tutum sergiliyor. Batı’nın etkisi altında modernleşmeye eleştiriler getirilebilirken, toplumların kendi içlerinde geçirdiği evrimlerin de farkında olunmalıdır. Örneğin, bireylerin daha bağımsız hale gelmesi, ekonomik kaygılarla aile ilişkilerinin yeni bir biçim alması gibi faktörler, Batı’nın kültürel bir dayatması değil, tüm dünya çapında karşılaşılan bir toplumsal değişimdir.
Özellikle de, toplumun kendi değerlerini koruyamamasının sorumluluğunu bir “dış güç” odağına yüklemek, kültürel değerlerin toplumsal bilinç ile korunabileceği gerçeğini göz ardı eder. Eğer toplum olarak aile bağlarını korumak istiyorsak, bu, dışardan değil, içeriden gelen bir çabayla mümkündür. Modernleşmeyi eleştirel bir gözle değerlendirirken, toplumların da kendi sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, toplumun değişen yapısına eleştirel bir yaklaşım getirirken, küresel etkileri ve iç dinamikleri de dikkate alarak daha dengeli bir perspektif geliştirilmelidir. Toplumsal dönüşüm, sadece dış etkilerin değil, iç faktörlerin ve toplumsal gelişimin de bir yansımasıdır. Bu nedenle, bu değişime eleştirel bir bakış açısı getirmek yerine, yapıcı bir tutumla nasıl korunabileceğine odaklanmak daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.