“Osmanlı Devlet Farkı…”

Yayınlama: 29.02.2024
21
A+
A-

Türklerin insanlık serüvenindeki rolü temel nitelikte olmuştur.”

Jean-Paul Roux

 “Türklerin insanlık serüvenindeki rolü temel nitelikte olmuştur.[1]

Çoğu zaman Türklerin, Müslümanlığın ‘önce kılıcı, sonra da kalkanı olduğu’ söylenmiştir.”[2]

Selçukluların devamı olan Osmanlı Devleti’nin  Anadolu merkezli Türk Devleti olması ve 600 yıldan fazla ayakta kalması her daim Batılıları şaşırtmıştır.

İslâmiyet ve Bizans imparatorluk mirasını devralan Osmanlıların, Balkanlar ve Anadolu gibi son derece stratejik, karışık ve savunulması zor bir bölgede istikrarlı ve kıskanılacak kadar uzun ömürlü bir imparatorluk kurabilmelerinin sırrı, Selçuklulardan devraldıkları “ittifak kurabilme” geleneğinin sonucudur.

Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin yerleştikleri yaylalar at yetiştiriciliği için son derece elverişli olduğundan, Anadolu’da at yetiştiriciliği yayılarak, ünleri arttı ve komşu ülkelerde aranılır oldu.

Süvari, yani ‘sipahi’, askerî bir elit ve yönetici sınıf biçimine dönüştü. Kısaca, ata binmek bir ayrıcalık oldu. Osmanlıların güçlü bir merkezî devlet kurabilmelerini kolaylaştıran bir başka öğe de paralı askerlik kurumudur

Bir başka önemli nokta da, Orhan Gazi‘nin oğlu Süleyman Paşa‘nın tarihi bir karar vererek, Çanakkale’den Gelibolu’ya, yani Avrupa yakasına geçmesidir.

Böylece, Osmanlılara Avrupa yolu açılmış, ilerde Avrupa sisteminin önemli bir öğesi haline gelecek olan Müslüman bir devletin temelleri atılmış olunuyordu.

Osmanlının farkı kendilerini Anadolu ile sınırlandırmamış olmasıydı.

Bunun yanında kuruldukları toprakların coğrafya öğesini kullanmasını bilerek, kervan (ticaret) yollarından para kazanmasını ve ittifaklar yapması hünerini gösterdiler.

“Osmanlılığın, Hristiyan halk yığınlarına hoş gelmesi, her şeyden evvel Bizans’ta kördüğüm olmuş toprak münasebetlerini (ilişkilerini) kesip atıvermesinden ileri gelir. Osmanlılar, Bizans ilişkilerini yıkmakla kalmazlar; çürümüş Bizans idaresi yerine göçebe demokrasisinden kalma taze sosyal teşkilatçılığı, adil ve eşitlikçi iktisadi toprak düzenini de kurarlar.

Öbür taraftan, yok olma tehlikesine düşmüş olan medeniyeti, hem iktisadi ticari anarşiden, hem yıkıcı Moğol ve Cermen istilasından kurtarır. Bu sosyal, siyasi şartlar ve İstanbul’un Türklere geçişiyle birlikte, Osmanlı sürekli bir imparatorluk halinde kuruluşunu tamamlar.”[3] Böylece,“insan meselesinde yaya kalan Bizans yanında, Türkler insanı cezbeder4 hale gelmiştir.

Osmanlı, imparatorluğunu, “dört büyük uygarlığın, dört büyük askeri ve siyasal gücün bıraktığı boşluğun ortasında kurdular ve bu dört güç boşluğunun toplam sınırları kadar genişleyerek, Hıristiyanlara karşı tüm hoşgörülerine rağmen, temelde Müslüman bir devlet kurdular. Kurdukları devlette, “Devleti ve Ulusu” belirleyen ana öğe ise din olup, onları Emeviler ve Abbasilerden ayıran en önemli özellik ise, düşmanlarına yani Hıristiyan Avrupa halklarına, dinsel bağnazlıktan uzak bir biçimde “Kur’an’i ve Sünnet’e uygun” davranmış olmalarıydı.

Kar, izleri örtmesin.

[1] Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, [Çevirenler: Aykut Kazancıgil ve Lale Arslan-Özcan], Kabalcı Yay., İstanbul 2008, 1989, s.40

[2] Jean-Paul Roux, a.g.e., s.17 v.d.

[3] Hikmet Kıvılcımlı, Fetih ve Medeniyet, Günün Meseleleri Yayın., İstanbul Sultanahmet, 1 Mayıs 1953; (Tıpkıbasım Köxüs Digital Yayın), İstanbul, s.33 4               Deyim, Dr.Hükmet Kıvılcımlı’ya aittir.

REKLAM ALANI