Son dönemde akademik etik, liyakat ve üniversite yönetimlerinin adaletli işleyişine dair tartışmalar artarken, Giresun Üniversitesi’nde geçmişte yaşanan skandal bu sorunların çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Danıştay’ın, bir süre önce eski rektör Prof. Dr. Cevdet Coşkun ve ekibi hakkında verdiği yargılama kararı, yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda akademik yönetimlerin tarafsızlığı ve hesap verebilirliği üzerine ciddi sorular doğuruyor.
Danıştay kararında, yöneticilerin görevlerini kötüye kullanarak akademik soruşturmaları bir intikam aracına dönüştürdüklerine dair iddialar dikkat çekiyor.
Üniversitelerin bilimsel düşüncenin ve özgürlüğün yeşerdiği alanlar olması gerekirken, Giresun Üniversitesi’nde ortaya çıkan tablo, bu özgürlüklerin kişisel çıkarlar ve hesaplaşmalar uğruna zedelendiğini gösteriyor.
İddianamede, Rektör Coşkun ve ekibinin belirli kişilere karşı kin ve husumetle hareket ettiği, FETÖ soruşturmalarını suistimal ederek üniversite içinde kendi güç ağlarını oluşturmayı amaçladıkları iddiası, akademik değerlerin derinden sarsıldığını ortaya koyuyor.
Eski rektörün, kendisinden önceki rektör Prof. Dr. Aygün Attar’ı “FETÖ’cü” suçlamasıyla görevden aldırmaya çalışması ve bunun Danıştay tarafından hukuki dayanağı olmayan bir tasfiye girişimi olarak değerlendirilmesi, meselenin yalnızca bir hukuk davası olmadığını, aynı zamanda etik çöküşün bir göstergesi olduğunu gözler önüne seriyor.
Üstelik Aygün Attar’a önce Giresun Üniversitesi’nde “Ülkücü bir yapılanma içinde olduğu” suçlamasının yapılması, ardından ise FETÖ/PDY bağlantılı olduğu iddiasıyla hedef gösterilmesi, bu suçlamaların sistematik bir tasfiye aracı olarak kullanıldığını düşündürüyor.
FETÖ/PYD soruşturma komisyonunun, belirli dosyaları bilinçli olarak sonuçsuz bıraktığı ve örgütle ilişkili olduğu iddia edilen kişilere işlem yapmadığına dair bulgular, bu tarz yapıların işlevsizliğini ve amacından saptığını kanıtlıyor.
Üniversitelerde oluşturulan bu tür komisyonlar adaletin sağlanması ve akademik çevrelerin temizlenmesi amacıyla kurulsa da, Giresun Üniversitesi’nde bu mekanizmaların kişisel ya da siyasi hesaplaşmalara dönüştüğü iddiası, sistematik bir güven krizine işaret ediyor.
Danıştay’ın, yetkileri olmadığı hâlde yöneticilerin toplantılara katıldığını ve kararları etkilediğini belirttiği bulgular, bu sorunun yalnızca kişilerle değil, sistemin kendisiyle ilgili yapısal bir çürümeyi ortaya koyuyor.
Bu durum, denetim mekanizmalarının ne kadar etkisiz olduğu sorusunu gündeme taşıyor. Ancak bu noktada kamuoyunda tartışılması gereken önemli bir soru daha ortaya çıkıyor: Danıştay’ın yargılanmasına karar verdiği bu kişiler, dava sonuçlanana kadar görevlerinden uzaklaştırılacak mı?
Bu tür iddialar karşısında görevde kalmaya devam etmeleri, akademik çevrelerde daha fazla güvensizlik yaratabilir.
Giresun Üniversitesi örneği, ülkemizdeki birçok akademik kurumda yaşanan yozlaşmanın ve güvensizlik zincirinin bir yansımasıdır.
Üniversitelerin, bilimsel üretim, akademik liyakat ve topluma hizmet gibi temel ilkeler üzerine inşa edilmesi gerekirken, bu örnekte olduğu gibi kişisel menfaatlerin ve siyasal hesaplaşmaların gölgesinde kaldığını görmek büyük bir kaygı yaratıyor.
Türkiye’nin akademik geleceği, liyakat, etik ve hesap verebilirlik ilkelerinin yeniden inşasına bağlıdır.
Giresun Üniversitesi’nde yaşanan bu skandal, yalnızca bir ceza davası değil, akademik sistemin yeniden yapılandırılması için bir uyarı niteliğinde olmalıdır.
Hukukun üstünlüğü, bu tür olayların aydınlatılmasında belirleyici bir rol üstlenmeli, yaşananlar bir örnek teşkil etmelidir.
Bu skandalın ortaya koyduğu sonuç, akademik sistemimizin köklü bir reform ihtiyacı olduğudur. Bu dava, bireylerden ziyade üniversite yönetimlerinin denetim mekanizmalarını, etik standartlarını ve topluma karşı sorumluluklarını sorgulatmaktadır.
Ancak bu tür davalardan sonra en kritik sorular şunlardır: Bu olaydan gerekli dersler çıkarılacak mı? Üniversitelerde adalet ve liyakat tesis edilecek mi? Yoksa bu dava, akademik dünyamızın içine düştüğü kısır döngünün bir başka halkası olarak mı kalacak?
Bu sorulara tatmin edici yanıtlar verilmediği sürece, akademik sistemimiz güven kaybına uğramaya devam edecek ve bilim dünyamız, kişisel çıkarların ve siyasi hesaplaşmaların gölgesinde kalacaktır.
Giresun Üniversitesi’nde yaşanan bu süreç, yalnızca bir yargılama süreci değil, aynı zamanda bir vicdan muhasebesine dönüşmelidir.