Sarıkamış Çevirme Harekatı Gerçekleri: [22 Aralık 1914-5 Ocak 1915]

Yayınlama: 13.01.2024
Düzenleme: 13.01.2024 13:54
82
A+
A-

Tarihimizin en trajik, ama destansı olaylarından biridir Sarıkamış Çevirme Harekatı… Bu gün, aynı konumda olsak, askeri ve stratejik açıdan, yine aynı plan uygulanacaktı…  Bu gerçekten maalesef kimsenin haberi yok.

“Vurun abalıya” misali birilerini, öğrenmeden, araştırmadan suçlayıp duruyoruz.

Harekatın yapıldığı coğrafyada,  aynı koşullarda başka askeri seçeneğin maalesef olup olmadığını araştırmıyoruz.

Erzurum, Ardahan ve Kars bölgesinin arazi yapısından bihaber olanlar,  ahkâm kesip duruyor. Bunlara aldanmayın.

Onlar, ömürlerinde Türkiye haritasını önlerine alıp, Sarıkamış ve çevresini incelemiş bile değiller.

İncelemiş olsalar,  en azından 22 Aralık 1914 ile 5 Ocak 1915 arasındaki olayları daha serin kanlı değerlendirecekler.[1]

Kimsenin avukatı değiliz; ancak 2000-2400 m. rakımlı, ağır kış şartlarının hakim olduğu coğrafyada, yoğun kar yağışı ve tipi altında hedeflerine ulaşmak için yürüyen “kahramanların” yazdığı  bu destana saygılı olmak zorundayız.

Destanlar kahramanlık öyküleridir.

Sarıkamış’ta destansı bir öyküsüdür.

1685 ortalama rakımlı Pasinler ovasından kuzeye doğru yürüyüp,  2500 m. rakımlı dağları aşıp 1760 m. rakımlı Narman önlerine, oradan da 1250 m. rakımlı Oltu’ya varıp, burada 36 yıldır esaret altında yaşayan kardeşlerini kurtaranlar kahraman değil de nedir?

Bu yürüyüş “destan yazmak” değil mi?

1250 m. rakımlı Oltu’da başlayan ve  kuş uçuşu 50 km. sonra 2200 m. rakımlı, Sarıkamış  Kızılçubuk (Kızılkilise) Köyü’ne  36 yıldır “esaret altında yaşayan” kardeşlerini kurtarmak için yürüyenler destan kahramanı değil de nedir?

Eksi 15-20 derece ve tipi altında 1800 m. rakımlı Gaziler (Bardız) çukurundan yürüyüşe başlayıp, iki saat içinde kuş uçuşu 16. km. doğuda bulunan 2200 m. rakımlı Kızılçubuk Köyü’ne ulaşanların yürüyüşü “destan” değil de nedir?

Oltu’yu aldıktan sonra, Ardahan-Göle yönünde yürüyüşe başlayıp, 22 km. sonra 1100 m. rakımlı Erzurum’un Olur ilçesi[2] kavşağına gelen onlar değil mi?

Oradan da yoğun tipi altında  yürüyüşe devam ederek 16 km. sonra 1250 m. rakımlı Penek[3] kavşağına varan onlar değil mi?

Oltu-Ardahan yolu üzerindeki 1200 m. rakımlı Tahtköy[4] kavşağının 8 km. güney doğu yönünde bulunan 1850 m. rakımlı Doğanköy yerine,  1 km. daha yürüdükten sonra 1260 m. rakımlı Akşar’dan (Kosor’dan) güneye dönüp, 7 km. içinde 500 m. daha yüksek konumda bulunan 1760 m. rakımlı Ormanlı (Ersinek) Köyü’ne ulaşan Allahüekber Dağları kardelenlerinin amacı, esaret altında yaşayan kardeşlerini kurtarmak değil miydi?

Bu “ulvi” amaç, yapılan yürüyüşü destanlaştırmıyor mu? Aksini söylemeye cesaret etmek, dile getirmek, tarihimize ve kahramanlarımıza haksızlık etmek değil mi?

“Evimizden çıkarken, üzerimize palto alırken, eksi 20-25 derecede hayatlarını kaybeden bu kahramanları hatırlayalım.”[5]

Ormanlı (Ersinek) Köylüleri, “bu tipide yürümeyin, dinlenin, yarın gidersiniz” diye yalvarırken, burada üç saat kadar kar ve soğuk altında bulabildikleri bir çukurda yada ahırda dinlendikten sonra meşhur Allahüekber dağları yürüyüşüne  başladılar.

Yüksekliği 2900 ile 3000 m. arasında değişen,  Allahüekber Dağlarının 3120 m.’lik zirvesinin doğusunda bulunan ova  ile plato arası arazi yapısındaki  zirve[6] düzlüklerine ulaşmak için yürüyüşe geçen  onlar değil mi?

Allahüekber Dağlarını oluşturan tepelerde, vadilerde ve düzlüklerde, bir kardelen[7] misali kendilerini “uğruna yola çıktıkları kardeşleri” için feda etmediler mi?

Oltu-Ardahan yolu üzerindeki Akşar Boğazı’na gelmeden, yapılan plan gereğince TahtköyDoğanköy kavşağından güneye dönüp, 10 km’lik yürüyüş sonrasında 1760 m. rakımlı Şenkaya üzerinden 1800 m. rakımlı Gaziler’e (Bardız’a) yürüselerdi,  Sarıkamış’ta bulunan Rus güçleri imha edilmiş olacaktı.

Peki bu hatayı yapan kim?

-“10. Kolordu komutanı Hafız Hakkı Paşa.”

Harekât Planı, Oltu alındıktan sonra doğu yönünde yürüyüşe geçip, 1800 m. rakımlı Gaziler (Bardız) çukurunda 9. Kolordu birlikleri ile buluşulmasını öngörüyordu.

Nitekim 9. Kolordu birlikleri, eksi 15-20 derece soğukta yürüyerek planlandığı şekilde, yani  tam zamanında Gaziler’e gelip, bayrak bulamadığından Alay Sancağını, Gaziler Köyünün Tarihi  Camisinin  minaresine asmıştı.

Ancak, Hafız Hakkı Paşa 10. Kolordu’nun tümenlerini[8]  Ardahan-Göle yolu üzerinde, Rusları takip etmek için yürüyüşe geçirdi.

19 Aralık 1914 tarihinde son şekli verilen “Çevirme Harekatı Planında” böyle bir yürüyüş planlaması yoktu.

Hafız Hakkı Paşa, plan dışına çıkarak birlikleri yürütmüş,  yormuş ve sonra da Allahüekber Dağlarına sürmüştü.

  1. Kolordu’nun bu yürüyüşe katılmayan 32. Tümeni de bu yüzden, yani 25-26 Aralıkta 1800 m. rakımlı Gaziler (Bardız) çukuruna varıp, 9. Kolordu birliklerine yetişememişti. Yürüyüşü, 10.Kolordu’nun 30. ve 31. Tümenlerine bağlı birlikler yaptı.

Sadece iki tümen.

Zannedildiği gibi tüm birlikler değil.

İlk önce 30. Tümene bağlı Giresun’dan cepheye uğurlanan 89.Alayın sağ kalan neferleri Allahüekber dağlarını aşacak ve 2100 m. rakımlı Beyköy’e,  ulaşacaktı.

Beyköy’e ulaşmak için, 1760 m. yüksekliğindeki Ormanlı köyünden, 1200 m. daha yukarda olan Allahüekber zirve platolarına ulaşacaklar, sonrada oradan aşağıya, Beyköy’e ineceklerdi.

  1. Alayı neferleri, gece Saat: 03.00’te yürüyüşe başladılar. Çok zor doğa koşullarında, kar, tipi ve eksi 30 derece soğukta 2900-3000 m. rakımlı Allahüekber Dağları zirvesindeki platoları aşabilenler Beyköy’e ulaştılar.

Öncüler 12-13 saat yürümüşlerdi. Arkadan gelenler ise 15 saat yürüdüler.

Özetle;

Beyköy’e ulaşmadan önce, Narman önlerinde Ruslarla savaşıp, Narman’ı ele geçirdiler.

Sonra, Oltu yönünde hem yürüyüp, hem de savaşarak hareket edip Oltu’yu ve 3 bin 850 Rus askerini esir aldılar.

Bunları yaparken sırtlarında kabanları bile yoktu.

Yoğun kar yağışı altında, eksi 15-20 derecede soğukta bu başarıyı gösterdiler.

Oltu’yu aldıktan sonra, Oltu-Ardahan yönünde çekilen Rus güçlerini takip etmeye başladılar.

Oltu çayının batıya dirsek yaptığı, Olur ilçesi kavşağının doğusunda bulunan Penek köyü ve Harapkale’de mevzilenen Rus güçlerine geceleyin “süngü” saldırısı yapıp, mevzilerinden geri attılar.

1250 m. rakımlı Akşar(Kosor) kavşağından, Allahüekber dağlarının kuzey yamacında bulunan 1760 m. rakımlı Ormanlı köyüne vardıklarında, köylülerin hazırladığı sıcak yemekleri yiyecek takatları bile kalmamıştı.

Buradan, Allahüekber dağlarının güney yamacındaki 2100 m. rakımlı Beyköy’e yürüdüler.

Bu yürüyüşe katılanların yarısı bu yürüyüş sırasında şehit düştü.

Beyköy’e ulaşan öncüler, Sarıkamış’ın doğusunda bulunan 2000 m. rakımlı Selim’i almak için tekrar yürüdüler; Turnagel dağlarının doğu tepelerini aştılar.

Selim’i aldıktan sonra da, buradaki Rus güçlerini geriye çekilmek zorunda bıraktılar.

Beyköy’de toplananlar ise, Sarıkamış Çayı kenarında 2030 m. rakımlı Yağbasan köyünün 2200 m. rakımlı sırtlarında mevzilenen Ruslara saldırıp,  bu sırtlardan geriye attılar.

Tüm bunlar, bilinen ezberin aksine “kurşun atılarak” gerçekleştirildi.

İşte bu nedenle bu “isimsiz kahramanların” Sarıkamış yürüyüşü bir destandır!10

Bu yürüyüş yapılmamış, Ruslar bu cephede takatsiz bırakılmamış olsaydı, Ruslar “tarihi emelleri olan” İstanbul’a saldırıp, işgal edecekler ve Marmara kıyılarının her iki yakası dahil, topraklarına katacaklardı.

Çünkü Sarıkamış kardelenleri Rusları takatsiz bırakmış, hırpalamış ve yormuştu. Rusları takatsiz bıraktıklarından haberleri bile yoktu ve bu gerçek yıllar sonra anlaşılacaktı.

Merhum Şehit, Hafız Hakkı Paşa 22 Ocak 1915’de günlüğüne şunları yazıyordu: “(1915) İlkbaharda taarruza geçmezsek, Ruslar kendilerini faik addedecek (üstün görecek) ve taarruza geçeceklerdir.

10                   Destan değildir diyenler için bir not: Sakarya Savaşı öncesinde Temmuz 1921’de yapılan Kütahya-Eskişehir savaşlarına katılan 57.000. kişilik ordumuzun 30.000’in üzerinde askeri silahlarıyla birlikte cepheden ayrılmış, piyade mermisi 15.692.000’den 3.186.000’e, top mermisi 34.879’dan 5.400’e düşmüş, 66.300 piyade tüfeği sayısı ise

25.000’e düşmüştür. (Kaynak: Osman Başbuğ, “Kurtuluş Savaşı’nda Silah ve Cephane Temini”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, AÜ, Ankara 1988)

Ruslar Osmanlı arazisini istila (işgal)  ettikleri vakit, Ermenileri ve Kürtleri isyana teşvik edebilirler. Rus arazisinde biz girecek olursak orada İslam ahaliyi ayaklandırmaya muvaffak olabiliriz.”[9]

Ruslar ise çoktan “İngilizlerden yardım talebinde bulunmuşlar ve sürekli olarak takviye almalarına ve ikmal bakımından daha iyi durumda olmalarına rağmen panik içindeydiler.

Durumun ne olduğunu Hafız Hakkı ve Enver Paşa gibi, tam olarak tespit edebilmiş değillerdi.

Bu nedenle, Rus Orduları Başkomutanı Grandük Nikola, 2 Ocak 1915 günü  Londra’ya şu telgrafı gönderdi.

“ Telgrafları ve telefonları işlemez hale getiren dondurucu kış, Türk ordularını durduramıyor.

Bakü petrolleri ve Hindistan yolunun, Türk-Alman müttefiklerinin eline düşmesi tehlikesi vardır.

İkinci bir cephe açılarak, Türk ordularının durdurulmasını dilerim.” Bu telgrafa, Lord Kitchener aynı gün  verdiği cevabında:

“ Türklere karşı bir harekat  yapılması için tedbirler alınacağına dair Grandük’e teminat vermenizi rica ederim.”

Rusların hazırlanmaları için bir yıla ihtiyaçları vardı.

Savaş Planı Doğru muydu? 

2050 m. rakımlı Sarıkamış’ta konuşlanıp, çevresini tahkim etmiş  düşmanı imha etmek için başka “askeri” seçenek acaba “gerçekten” var mıydı?

Olabilir miydi?

Bu soruların cevabı, altı yıl sonra 1920 yılı Eylül ayında belli oldu.

“Hava gücünden yoksun bir ordunun” başka bir askeri seçeneğinin olmadığını[10]

3.Sarıkamış[11] Harekâtı sırasında bir kez daha yaşadık.

Eylül 1920’de Ermenilere karşı Kazım Karabekir kumandasında yapılan Harekât, destan yaratan 3. Ordu yiğitlerinin Sarıkamış Çevirme Harekâtı Planlarının “doğru ve uygulanabilir” bir plan olduğunu bir kez daha ispat etti.

Şaşıracaksınız ama, Sarıkamış Çevirme Harekatı Planı doğru,[12] uygulaması yanlıştı.

İşte bu yanlışlık 90.000.’den fazla Mehmet’e15 mal oldu.

Eğer 1914’te Hafız Hakkı’nın[13][14] yaptığı hatadan ders alınmış olsaydı; 27-28 Eylül 1920’de üçüncüsü yapılan Sarıkamış Harekâtına katılan 29. Alayımız,[15] Allahüekber Dağlarının güney yamaçlarında yolunu kaybetmez; 2100 m. rakımlı Beyköy yerine, daha batıda bulunan 2275 m. rakımlı Kürkçü köyüne gitmezdi.

Bu hata, 28 Eylül 1920’de Ermeni kuvvetlerinin Sarıkamış önlerinde  kuşatılıp, teslim alınmasını önledi ve Ermeni kuvvetleri de rahatça doğuya, Kars yönüne çekildiler.

Tıpkı 25 Aralık 1914 akşamı olduğu gibi.

Şahsi hesaplar içinde bulunanlar bu gerçeği maalesef dile getirmedi, sakladı.

Bu hatada payları olan “komutanlar” ise, gerçekleri örtbas etmek için, “ne yazık ki”  birilerini kötülemeyi tercih etti.

25 Aralık akşamı verilen Taarruz emri tam hedefine ulaşacakken, “emrin geri alınması için ricada bulunup, taarruzun durdurulup sabaha ertelenmesini” seyreden “komutan”, sonra anılarını yazıp günah çıkarmayı yeğledi.

Ya da kimse haritayı önüne koyup, “acaba neden?” sorusunu sormadı.

Harekatla ilgili belgelerde geçen, eski köy ve yerleşim adlarını bile  yeni adlarına çevirmeyi düşünmedi.

Eldeki eski kayıtlar  kontrol edilmeden olduğu gibi kullanıldı.

Bunu yasal görevi olanlar bile yapmadı.

Nedeni anlaşılmaz bir şekilde, gençlerin olayı haritaya bakarak öğrenmesi için gayret gösterilmedi.

Öğrenmemesi içinse her türlü gayret sarf edildi.

Çünkü belgelerdeki isimlerle, şu andaki “coğrafi harita”  bilgileri örtüşmüyordu.

Çünkü belgelerdeki “eski yerleşim yeri adları”  değiştirilmiş, yeni isimler verilmişti.

Harita üzerinde “İd”, “Kosor”, “Bardız”, “Ersenik”, “Divik”, “Kızılkilise” ya da “Çerkezköy”  olmadığı gibi, “Pernek” ya da “Novaselim’de” yoktu.

Bırakın bunları “Hasankale” bile yoktu.

Özbe öz Türkçe olan “Hasankale”  bile değiştirilmiş; yerine Pasin Ovası’ndan esinlenerek “Pasinler” gelmişti.

Belgelerde “Hasakale” yazıyordu, ama haritada yoktu!

Gençler ne yapacak, Hasankale’yi nasıl bulacaktı?

İşte bu bilgi karmaşası “Sarıkamış” üzerine “kalın bir sis perdesi” örttü.

Yıllarca bu sis perdesinin altında her şey saklı kaldı.

Tâki bir kalp cerrahı[16] bu perdeyi aralayıp, insanları kökleri ile buluşturana kadar… Sadece bunlar değil.

Sarıkamış Çevirme Harekâtı öncesinde yapılan Köprüköy ve Azapköy Zaferleri de[17] unutulup, tarihin alaca karanlığına terk edildi.

Ya da “gerçekten” kimsenin aklına bunları yazmak gelmedi.

Herkes “birilerinin kişisel hınç kampanyası sırasında” söylediklerini tekrar edip, durdu.

Bu gerçekler bilinmediğinden,

-“On binlerce can aldı planlardaki yanlış” diye yazılmaya devam edildi.

Doğrusu ise “savaş planı dışına çıkılması” olmalıydı.

Kimselere kızgınlığımız, ya da dargınlığımız asla yoktur.

Olamaz… Olmayacakta.

Ancak; bizim  bu coğrafya ile “gönül bağımız” var.

Tıpkı Çanakkale[18] gibi.

Çünkü Çanakkale’nin “önsözü” Sarıkamış’tır.

Onları asla unutmayacağız.

Unutturmayacağız.

Amacımız; sadece doğruların bilinmesini sağlamak, ezberi bozmak; bu emsalsiz destanı yazanların hakkını teslim etmek, bundan sonrası için gerekli çalışmaların yapılmasına katkıda bulunmak.

Onlar, bilinenin aksine kurşun attıktan sonra “şehit” düştüler.

Asla, tek kurşun atmadan değil.

Bir gerçek daha var:

Bu harekatı İttihatçı Osmanlı yönetimi yapmak zorundaydı.

Bunun iki temel nedeni, hatta zorunluluğu vardı.

Yani bunu yapmaya mecburdular.

14 Ocak 1914 tarihinde, Ruslar diğer batılı devletlerinde desteği ile nota verdi.

Bu nota gereğince, 8 Şubat 1914 tarihinde, Ermenilere Doğu Anadolu’da özerklik veren antlaşmayı[19] İttihatçılar imzalamak zorunda kalmıştı.

Yani Doğu Anadolu’da Ermeni Özerk Yönetimi oluşturulmuştu.

Üstüne üstlük, bunları yönetmek üzere iki yabancı müstemleke valisinin de atanması kararlaştırılmıştı.

Yani, Doğu Anadolu’yu Osmanlı değil, Rusların ve batılı emperyalistlerin önerdiği iki yabancı müstemleke valisi yönetecekti.

Ayrıca kasada para da yoktu.

Parayı Almanlar verince, onlarla mecburen ittifak yapıldı.

Alman desteği[20] ile de Rusların baskısından kurtulmanın mümkün olacağı hesaplandı.

İmzalamak zorunda kaldıkları antlaşmayı, meclisten ve halktan gizlediklerinden, bu fırsattan yararlanıp kurtulacaklarını düşündüler.

Başka bir neden daha vardı: Kapitülasyonlar.

İttihatçılara göre kapitülasyonlar[21] (ayrıcalıklar), ülkeyi iflas ettirmişti. Bundan kurtulmak gerekiyordu.

Almanlarla gizli antlaşma yapıldıktan sonra, 9 Eylül 1914 tarihinde Kapitülasyonlar kaldırıldı.

20 Eylül 1914 tarihinde gümrük, 24 Eylül 1914 tarihinde de temettü (kar payı) vergisi çıkarılarak, Osmanlı yasaları karşısında herkes eşit hale getirildi.

27 Eylül 1914 günü de, Rusya-İngiltere ticaret ve yardım bağlantısını koparmak için boğazlar her türlü gemi trafiğine kapatıldı.

İttihatçılar bu düşüncelerinde haksız da sayılmazdı.

18 Mart 1914 tarihinde, adına “İstanbul Antlaşması” denilen belge imzalanmış, Osmanlı paylaşılmıştı.

Hem de savaş başlamadan çok önce.

Ruslara, “İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi, Gelibolu Yarımadası, EnezMidye[22] (Enez-Kıyıköy) hattına kadar Trakya Bölgesi, Bozcaada, İmroz ve Sakarya ırmağına kadar Kocaeli yarımadası” verilecekti.

Buna göre İstanbul artık Rus şehri olacaktı.

Bunu önlemek için savaştan başka seçenek yoktu.

Sarıkamış Çevirme Harekatı’nın perde arkasındaki asıl neden, müstemleke antlaşması ve kapitülasyonlardan kurtulmaktı.

Görünen ise; Batı cephesinde sıkışan Almanları rahatlatmak, Rusları kıskaca alarak batı cephesinde Almanlara karşı savaşan güçlerine yardım göndermesini önlemek.

Yani iki atanan iki müstemleke valisinin göreve başlamasını önlemek, Rusya’nın tüm Doğu Anadolu’daki etkinliğini saf dışı etmek ve kapitülasyon denen kan emici sülükten kurtulmak.

Sarıkamış Çevirme Harekâtı’na neden olan olay ise, Azap Savaşı (14-22 Kasım 1914) sırasında, Rusları 17 Kasım’da “tereyağından kıl çeker gibi” çembere almaya başlamış ve Rusların arkasına sarkmışken, 33. Tümenden firar eden 30 kadar Ermeni askerin, Ruslara “planımızı” açıklaması ile Ruslar karşı taarruza geçmiş ve sargıya alınmaktan kurtulmuştu.[23]

Eğer bu 30 kişilik casus şebekesi[24] olmasaydı, Ruslar Kasım ayında sargıya alınıp imha edilebilecek ve belki de Sarıkamış Çevirme Harekâtı gibi, sonuçları bize çok pahalıya mal olan bir harekat olmayacaktı.

Ayrıca, eğer 10. Kolordu komutanı Hafız Hakkı, plan dışına çıkmasaydı, savaş planı gereğince 25 Aralık 1914 akşamı Sarıkamış batısında Taşlıtepe (Kuzgunyuvası) batısına ulaşan 9. Kolordu ile buluşmuş olacak; bu buluşmayı (plan hedefini) gerçekleştirmek uğruna büyük kayba neden olan Allahüekber Dağları yürüyüşünü yapmak zorunda kalmayacaktı.

Bunu daha iyi anlayabilmek için, Enver Paşa’nın birlikte olduğu 9. Kolordu’nun 25 Aralık 1914 günkü harekatına bakmalıyız:

Kolorduya bağlı 17.Tümen sabah Gazilerin batısında bulunan Esenyurt’tan hareket ederek,  Gaziler, Sarıkamış ve Yeniköy hattının güvenliği için bir Alayını geride bıraktıktan sonra, 29 Tümen’e gece yetişti.

29.Tümen sabah erkenden 1800 m. rakımlı Gaziler’den, 2050 m. rakımlı  Sarıkamış’a  yürüyüşe geçti.

Gazilerden yürüyerek Soğanlı dağlarının güney yamaçlarına  vardıklarında,  ikiye ayrılan yoldan kuzey doğu yönündeki  2200 m. rakımlı Kızılçubuk yönüne saptılar.

3.Ordu Karargahı önde,  29. Tümen birlikleri arkada  hiçbir engelle karşılaşmadan  Kızılçubuk köyüne girdiler.

Köylüler tencerelerini ocakta bırakıp, dağlara kaçmışlardı.

Ruslar buraya kadar gelinebileceğini hayal bile etmemişlerdi. Kızılçubuk köyünden, güneye dönüp önlerindeki tepeye tırmandılar.

Tepe’ye vardıklarında 3 km. kadar uzakta, doğuda Çıplakdağ eteklerine kurulmuş olan muntazam Sarıkamış kasabasını  gördüler.

İşte, o anda Sarıkamış tamamen savunmasız durumdaydı. Çok az Rus gücü Sarıkamış içinde bulunuyordu.

  1. Tümenle birlikte yürüyen Enver Paşa, hemen Sarıkamış’a taarruz edilmesini istiyordu ve
  2. Kolordu komutanı İhsan Paşa’dan görüşünü sordu:

“Asker yorgun olduğundan geceyi ormanlarda geçirelim, sabahleyin saldıralım” cevabını aldı.

Bu cevap Sarıkamış Çevirme Harekatı’nın kırılma noktasıdır. Asker, zaten o ana kadar dinlenmemişti.

Yorganı kar olmuştu…

Muhtemel ki İhsan Paşa, 29.Tümen komutanının, “tümen topçularını geride kalan Kızılçubuk köyüne gönderdiğini” biliyordu.

Topçuların o anda orada olmadığından, taarruzun başarılı olamayacağını da… Topçuların geride Kızılçubuk[25] Köyü’nde bırakıldığını bilmeyen  Enver Paşa, gece saldırısı yapılmasını kararlaştırdı.

Plana göre, 86. Alay cepheden, 87. Alay  Sarıkamış’ın kuzeyinde bulunan Turnagel (Turnagöl) ormanları içinden arkaya sarkıp, Ruslara sağ tarafından saldırıp, Sarıkamış’a girecekti.

85.Alay ise 87. Alayı destekleyecekti. Gece saldırısı akşam karardığında başladı.

Enver Paşa ve maiyeti süngü hücumuna başlamış birliğin hemen arkasında hücumu seyrediyordu. Bu şekilde düşmana 800 metre kadar yaklaşıp, siper aldılar.

  1. Tümen komutanı ise inanılmayacak bir askeri hata yapıp, en çok lazım olduğu anda tümenin topçularını Kızılçubuk köyüne geri göndermişti.[26] Tümen komutanı bununla da yetinmedi.

87.Alayı destekleyecek olan 85.Alayı da sağ tarafa çekip bekletti.  Bu davranışı ancak Ruslarla işbirliği içinde bulunan biri yapabilirdi. Bunlardan Enver Paşa’nın haberi bile yoktu.29

Beylik deyimi ile “karargahı Enver Paşa’ya ihanet etmişti.”

86.Alay planlandığı şekilde saldırıya geçmiş, Rusları 2100 m. rakımlı Yukarı Sarıkamış köyünün güneyindeki boyun noktasından geri atmıştı.

Geri çekilen Rusları, Alayın iki bölüğü Yukarı Sarıkamış köyüne kadar takip etti.

Bu saldırı sırasında 86. Alay 200 şehit verdi.

“Tek kurşun atmadan şehit oldular!” diyenlere arz olunur.

Ancak 9. Kolordu Komutanı tarafından taarruzun, “askerin yorgun olduğu” gerekçesi durdurulması isteği üzerine Enver Paşa taarruzu durdurdu.

Keşke durdurmasaydı.

Eğer bu taarruz durdurulmamış olsaydı, kesinlikle Sarıkamış alınıp, buradaki Rus birlikleri esir edilecekti.

Çünkü, bir gün önce (24 Aralık 1914) Sarıkamış’tan bir önceki konak olan Gazilerin alınışı sırasında “ele geçirilen Rus esirlerinin ifadelerinden, Sarıkamış’ta bir drujin taburundan başka bir kuvvet olmadığı anlaşılmıştı.”[27]

Ayrıca, daha sonra yayınlanan belgelerden “Sarıkamış Grubu Komutanı Berhman’ın Sarıkamış’ı korumak için hiçbir tedbir almayıp, (Aras Vadisi cephesinde) taarruz emri”[28] verdiği anlaşılacaktı.

Bu bilgilerden çıkan sonuç şudur: Her türlü zorluğa ve 3.ordu içindeki “harekatın kış şartları nedeniyle durdurulması muhalefetine”[29] rağmen “harekatın başlamasından önce yapılan istihbarat ve buna dayalı olarak yapılan planların da doğru olduğudur.”

25 Aralık 1914 akşamı Sarıkamış’a yapılan saldırının durdurulmasından sonra, harekâtın başında 1000 olan tabur mevcutları 200’e düşmüştü.[30]

Eğer 85.Alay bekletilmeyip harekata katılsaydı ve toplarda geride Kızılçubuk köyünde bırakılmasaydı “bu kadar kayıp” (800 şehit) verilir miydi?

Ayrıca, her tabur bu ana kadar soğuktan, tifüs (bit) salgınından, açlıktan ve çarpışmalardan mevcudunun dörtte üçünü kaybetmişti.

Arkadaşlarını kaybeden diğer kahramanlar, görevi devralmış ilerlemeye devam ediyorlardı.

Enver Paşa’ya karargahı  aynı gece ikinci defa ihanet etmişti.  Böylece Sarıkamış kaybedilmiş, bu ana kadar kaybedilen Şehitlerin kemikleri sızlatılmıştı.[31]

Eğe “bu ihanet” yapılmamış olsaydı, kesinlikle Sarıkamış 25 Aralık 1915 gecesi alınacak ve belki de Allahüekber Dağları’ndan yapılmak zorunda kalınan yürüyüş yapılmayacaktı.

Askerde, o hava koşullarında bile bu azim ve kararlılık vardı.

Ayrıca şu gerçeğin de bilinmesinde yarar var:

Bizim 25 Aralık 1914 günü topları geride bırakmış olmamız nedeni ile “alamadığımız” Sarıkamış’a 25 Aralık’ı 26 Aralık’a bağlayan gece, trenle 8,5 Km. menzilli seyyar M1902[32] Obüs[33] topu getirmişler ve 26 Aralık günü Sarıkamış’ta büyük kilisenin (şimdiki Kazım Karabekir Camii) batısındaki alana yerleştirmişlerdir. Böylece mevzilerimizi rahatça ateş altına alarak, ilerlememizi önlemişlerdi.

Çünkü Ruslar, o anda direnebilecek kadar güce sahip olmadıkları gibi, ellerinde hücuma kalkan 9.Kolordu mevzilerine yetişecek kapasitede top da yoktu.

Çok zor hava koşullarında büyük bir emek ve fedakârlıkla Sarıkamış önlerine kadar götürülen “toplardan 30’u, makineli tüfeklerden de 20’si  Rusya eline geçtiğini”[34] de ayrıca unutmayalım.

200 subay ile birlikte 7.000 asker de esir verdik.[35]

Sarıkamış’tan artan bir avuç kahraman, her türlü ihtiyacı giderilmiş ve desteklenmiş Rus güçlerine Mart-Temmuz 1915 arasında, Tortum-Narman-Oltu bölgesinde kan kusturdu.

Hem de Sarıkamış moral bozukluğu altında.

Hem de 2900 rakımlı Karadağ[36] zirvesinde.

Bu böyle biline…

Belleklere böyle kazına…

Ve bu gerçekler dikkate alınarak olaylar anlatıla… Kar, izleri örtmesin.

Evvel gidenlere selam olsun.

a… Kar, izleri örtmesin.

Evvel gidenlere selam olsun.

[1] Bir TV konuşmasında, Sn. Prof. Dr. Bingür Sönmez; “bana tarihçilerin bazılarından elektronik postalar  geliyor ve “sana ne?” diyorlar. Ben, onlar yapmadığı için yaptım. Ben, 22 Aralık 1914 ile 5 Ocak 1915 arasını” en iyi bilenlerdenim” mealinde  bu gerçeği dile getirmiştir.

[2] Erzurum-Ardahan-Artvin yollarının kesiştiği kavşak.

[3] Akşar’ın (Kosor’un) 1 km. kadar batısında  bulunan Tahtköy-Doğanköy yol kavşağı. Bu yol aynı zamanda, Erzurum’un Şenkaya ilçesine gitmektedir.

[4] Bu kavşağın güneyinde bulunan 1300 m. rakımlı köy.

[5] Bu cümle, Sarıkamış dayanışma Gurubu Başkanı, Sayın. Prof. Dr. Bingür Sönmez tarafından, 2008 Ocak ayında yapılan Kış Anma törenlerinde söylenmiştir.

[6] 2980 m. rakımlı bu geçiş noktasında Allahüekber Zirve Şehitliği vardır. Her yıl burada Temmuz ayında anma etkinliği Kars Selim Kaymakamlığı tarafından yapılmaktadır. Bu şehitliğin, batısında 3120 m. rakımlı Allahüekber Zirvesi bulunmakta ve Zirve Şehitliği’nden 40-50 dakikalık bir yürüyüşle çıkılabilmektedir.  Tam zirvede etrafı taşlarla çevrili, yöre insanınca kutsal kabul edilen ve dualar okunan  üzeri irili ufaklı taşlarla kaplı mezar vardır.

[7] Sarıkamış yöresinde kışın kar altından çıkan mor kardelenler, sadece bu yörede yetişmektedir. (Endemiktir.)

[8] Yazarın 1870 doğumlu  büyük dedesi ve 1893 ve 1896 doğumlu  büyük dedesinin kardeşleri,   30. Tümen emrinde görev alan ve 19 Kasım 1914’te Giresun’dan cepheye uğurlanan 3.000. kişilik 94. Alay mensubuydu. Yazarın adını taşıdığı dedesi de İstiklal Savaşı mücahidi ve Mustafa Kemal’in Koruma Birliği mensubuydu.

[9] Murat Bardakçı, Hafız Hakkı Paşa’nın Günlüğü, İş Bankası Yay., İstanbul 2014, s.110

[10] 3.Ordu Komutanlığından istifa eden Hasan İzzet Paşa’da aynı planı kabul etmiş, ancak kış koşullarından dolayı “başarı sağlanmasının imkansız olduğu” gerekçesi ile istifa etmiştir.

[11] İkincisini Rusların 1917 Ekim devriminden sonra gerçekleştirdik. Mondros imzalandıktan sonra, İngilizler Karsı işgal ettiler. Çekilirken de yerlerine Ermenileri çağırdılar ve bölgeyi onlara teslim ettiler. Çağırılan Ermenilere karşı 3. Harekatı yaptık.

[12] Her türlü hava şartlarında bu geçerlidir.

[13] Sebebi anlaşılmaz bir şekilde,  son zamanlarda şehit olarak sadece “cephede savaşırken” hayatını kaybedenler  dikkate alınmaktadır. Bu moda, Çanakkale ile başladı. Peki, cepheye gitmek için yola çıkan ve yolculuk sırasında hayatını kaybedenler nedir? Yada cephede kaybolanlar ve akıbetinden haber alınamayanlar şehit değil midir? Mesela; Mustafa Kemal’in tanımı ile Büyük ve Kanlı Sakarya Savaşı sırasında 5.713 şehit, 18.480 yaralı ve 828 esire ilaveten 8.629 kayıp var. Bu kayıplar asla asker kaçağı değildi. Olsaydı, mutlaka köylerinde ele geçecek ve yargılanacaktı. Yunanlılara sığınanlarda olmadığına göre, bunlar yoğun ateş sırasında hayatını cephede kaybeden ve kimlikleri belli olmayanlar değil mi? Artık, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu duruma bir açıklık getirmesi gerekmektedir. Sarıkamış’a giderken Zonguldak önlerinde şehit düşen neferler de bu savaşın “deniz”  şehitleridir.

[14] 1879’da Manastır’da doğan Hafız Hakkı Paşa, 23 yaşında kurmay yüzbaşı oldu. Balkanlar’da çeteleri tenkil etti.

Viyana’ya askeri ataşe olarak gönderildi. 1914’te yarbay iken Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na getirildi. 7 Aralık 1914’te Kafkas Cephesi’ndeki 10. Kolordu’nun kumandanı oldu.  Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra ‘Paşa’ yapılıp, 3. Ordu’nun kumandanlığına tayin edildi. Paşalığı 1,5 ay kadar sürdü. Akıbeti Allahüekber Dağları’nda can veren askerlerin akıbetiyle aynı oldu. Tifüse yakalanan Hafız Hakkı Paşa hayata 1915’in 15 Şubat’ında, Erzurum’da veda etti.(Murat BardakçıHürriyet; 26-12-2004)

[15] Alay’ın komutanı ise, Binbaşı rütbesindeyken İttihat ve Terakki yanlısı olduğu gerekçesiyle, Damat Ferit hükümetince emekli edilen Erzurumlu Küçük Kazım’dır. Erzurum Kongresi sırasında Mustafa Kemal, “delege olarak Kongreye katılabilsin”  diye istifa edip yerini bırakmış;  kendisi de Tortum delegesi olarak kongreye katılmıştır. Daha sonra, I. TBMM’de Mustafa Kemal’e muhalif Erzurum milletvekilleri ile aynı safta yer aldı. İnönü döneminde Erzurum Belediye Başkanlığı yaptı.

[16] Sarıkamış Dayanışma Gurubu Başkanı  Sn. Prof. Dr. Bingür Sönmez.

[17] MEB Bakanı Sn. Hüseyin Çelik,  Ocak 2008’de Sarıkamış’ta verdiği sözü yerine getirmiş ve ders kitaplarında Sarıkamış Çevirme Harekatı üç satır değil, hak ettiği şekilde iki sayfa olmuştur.

[18] Çanakkale-Gelibolu Savaşlarının “Önsöz’ü” Sarıkamış olduğundan, ekte kısaca  Çanakkale-Gelibolu  Savaşları kronolojosi ve illere göre şehit sayısı verilmiştir. Çünkü birbirinin devamı şeklinde, hatta iç içedir.

[19] Ayrıntı için bakınız: Teoman Alpaslan, Kapitülasyonların İntikamı, Kumsaati Yay. İstanbul 2007. Bu konuda ilerleyen sayfalarda kısaca bilgi verilecektir.

[20] Alman silah desteğinin yeterince yapıldığı, Osmanlı askerlerinin bunu kullanamadığı yada kullanacak askerin olmadığı söylenebilir. Çünkü, Mondros sonrasında sadece Manisa’daki depolarda  45.000.

[21] Osmanlı Devletinde hukuk, idare ve dini alanda yabancılara verilen ayrıcalıklara Kapitülasyonlar denir. Osmanlı Devleti zamanında “imtiyaz” yada “imtiyazat-ı ecnebiye” olarak bilinen ilk imtiyaz, I.Murat zamanında Dalmaçya kıyısı ülkelerinden Ragusa’ya 500 duka karşılığında 1365 tarihinde  verildi.  Bunu 1397’de Bizans elçi ve konsoloslarına, İstanbul 1453’de alınınca, Bizans’ın Venedik ve Ceneviz tüccarlara verilen ayrıcalıklar izledi. Venedikğe 1479 yılında Trabzon ve Kefe’de de  ticaret yapma imtiyazı verildi. Mısır’ın alınmasından önce Memluklar’ın Fransız, Venedik ve Katalanlar’a (şimdiki

İspanya’nın Barselona ili) verdiği ticari ayrıcalıklar, Mısır’ın alınmasıyla Osmanlı tarafından kabul edilerek uygulandı. Fransa ile yapılan imtiyaz  antlaşmalar, İtalya şehir devletleri ile de yapıldı. 1565’de Ceneviz’le; 1578’de Toscana ile; 1580, 1593, 1603, 1606, 1622, 1624, 1641, 1662 ve 1675 tarihlerinde İngiltere ile; 1617’de Avusturya ile; 1678’de Polonya ile; 1700’de Rusya ve 1737’de de İsveç ile ticari imtiyazlar içeren kapitülasyon antlaşmaları yapıldı. Bu antlaşmalara göre, ilgili devletlerin ticari mallarından % 5 vergi alınması kabul edildi. Bu vergi oranını fazla olduğu ısrarı karşısında, Osmanlı vergi oranını %3’e indirdi. Yabancı tüccarların Osmanlı Devleti sınırları içinde, kendi ülkelerinden daha az vergi vererek, daha serbest ticaret yapması sağlandı. (Kaynak: Teoman Alpaslan, Kapitülasyonların İntikamı, Kumsaati Yay., İst. 2007)

[22] Enez, Edirne iline bağlı, Yunanistan  sınırında Ege denizi kenarındadır. Midye ise, Karadeniz kenarında şimdiki Kıyıköy’dür. (Okullarımızda bunları öğretmeyenler utansınlar diye belirtiyoruz.) Bu hattın batısında, Edirne ve Kırklareli ilimizin önemli bir bölümü ve merkez ilçeleri kalmaktadır.

[23] Fevzi Çakmak, a.g.e., s.38

[24] Rus Ordusu’nda bize karşı savaşan Ermeni birlikleri yanında, bizim içimizdeki Ermeni askerlerde Ruslara firar ederek bilgi veriyordu. Bu durum, 1915 yılında, Sarıkamış Çevirme Harekatı’nda büyük kayıplar verilmesinden sonra da devam ettiğinden, Ermeni Tehcir kararı alınmıştır.

[25] Her yıl yapılan anma törenlerinin “temsili yürüyüşü bu yoldan başlamakta, zirveden geçilerek Sarıkamış’ta Taşlıtepe (Kuzgunyuvası) önlerinde Şehitlikte sona ermektedir. Bu yürüyüşü yapanlar, durumu daha iyi kavrayacak; yorumumuz için bize hak verecekler, bu coğrafyadan habersiz olanlar ise eleştirecektir.

[26] Tümen komutanı Arif Baytın bu kararı vermiş ve faciaya davet çıkarmıştır. Sonra da anılarını yazmıştır.(?) 29                   Şerif Köprülü bu konuda (her nedense) ayrıntılı bilgi vermektedir.

[27] Fevzi Çakmak, a.g.e., s.49

[28] Fevzi Çakmak, a.g.e., s.50

[29] 18 Aralık 1914 tarihinde, 3.Ordu Komutanlığı’ndan alınmadan önce Hasan İzzet Paşa, “Kol başları büyük dağlardan çıkınca, kendilerinden sayıca pek az olmayan düşman karşısında zor duruma düşeceklerdir. Bu taarruzu meydan muharebesinin sonucunu, hazırlığımıza göre şüpheli görüyorum. Başarısızlık hâlinde, uzun sürecek olan sefer aleyhimize dönecektir. Meydan muharebesi yapmayıp Narman’daki düşmanı uzaklaştırmakla yetinelim. İleride taarruz ve işgal için zemin hazırlar” telgrafı ile, harekata açıkladığı nedenlerle muhalif olduğunu açıklamıştı. (Fevzi Çakmak, a.g.e., s.49)

[30] Kaymakam Selahattin (Köprülülü), Büyük Harpte 10. Kolordu ve Sarıkamış Muharebeleri Hakkında Bir Konferans, Askeri Mecmua’nın Tarih Kısmı, (1 Temmuz 1931), Sayı:22, s.51

[31] Bu ihaneti yapan 29.Tümen Komutanı Arif Baytın anılarını yazmış, adına da “Sessiz Ölüm: Sarıkamış” demişti.  Çekilme kararını da “zorunlu nedenlerle” diyerek savuşturmuştu.

[32] M1902 Çarlık Rusya’sının  I. Dünya Savaşı sırasında kullandığı en önemli topçu silahıydı.

[33] Obüs, mermi çapı 30 mm’den fazla olan top demekti.

[34] İsmet  Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu  (1912-1922), Ankara 1993, s.102

[35] İsmet Görgülü, a.g.e., s.102 [Rus General Maslofski’ye göre esir sayısı 7.186dır.

[36] Narman’ın kuzey batısında, Karadağ köyü kuzeyindeki dağdır.

REKLAM ALANI